DÜŞÜNELİM VE YAPILANLARI UNUTMAYALIM...
TOPLUM İLİŞKİSİ !
İnsanlar arasındaki iletişimin en temel araçlarından biri olan dil, ulusların geçmişten devraldıkları bir mirastır. Dil yoluyla insanların birbirlerini, geçmişten bu güne ve de geleceğe yönlendirmesi sağlanmaktadır. Ortak dil, ortak kader birliği demektir. Aynı dili konuşan insanların, aynı geçmişe sahip oldukları, aynı kültürü paylaştıkları, aynı alışkanlık ve değerlere sahip olduk bilinmektedir.
Dil, bir ulusun kültürel değerlerinin başında gelir. Aynı dili konuşan insanlar, ulus denilen sosyal varlığın temelini oluşturur. Dil, duygu ve düşünceyi insana aktaran bir araç olduğu için, insan topluluklarını, bir yığın veya kitle olmaktan kurtararak, aralarında duygu ve düşünce birliği olan bir toplum hâline getirir. Dolayısıyla dil; bireye, toplumunun bağışladığı en büyük miras ve donanımdır. Bu donanıma yabancılaşma, insanların içinde yaşadıkları topluma yabancılaşmasını da beraberinde getirmektedir.
Bütün insanlık kültürünün temelini oluşturan ve insan topluluğunu yaratan dildir. Dilini yüceltemeyen toplumların, zamanla başka kültürlerin tutsaklığında debelenmesi ve kültürünü unutarak, toplumuna yabancılaşması kaçınılmazdır. Çünkü dil ve kültürde bir şeyler iyi gitmediği zaman, bütün kurumlarda da bir şeyler iyi gitmemeye başlar.
Dil, kültürü oluşturan önemli unsurların başında yer alır. Bu konumuyla dil, bir toplumun eğitimi ve kültürü içinde biçimlenen tüm birikimleri temsil edecek işlev yüklenmektedir. Günlük alışkanlıklar, öfkeler, sevinçler ve değer yargıları, dil yoluyla ifade edilmekte ve tanımlanmaktadır. Bu işlevi nedeniyle de dil, eğitim ve kültür arasında kaçınılmaz bir bağ bulunmaktadır. Sanatta ve edebiyatta kullanılan dilin anlaşılabilirliği, bu alanlarda verilecek eserlerle halk arasında güçlü bir iletişim sağlayacaktır. Dil ile ortaya konulan sanat eserleri, diğer alanlara göre, daha belli ve göze çarpar nitelikte bir kültür taşıyıcısıdır.
Düşünce, dili yaratır... Her Türk genci ve insanının dikkat etmesi gereken özellik, ana dilinde düşünme alışkanlığı ve becerilerini kazanması ve uluslaşma bilincini benimseyerek, büyük topluma katılmasıdır. Bu yapılmadığı takdirde, ulus oluşturma süreci gerçekleşemez. Diline sahip çıkan uluslar, geleceğine de sahip çıkar. Geçmişiyle bu günü arasında, dil bakımından anlaşılmazlık varsa, geçmişin incelenerek ders çıkarılması, dolayısıyla da geleceğe yön verilmesi zorlaşmaktadır.
Dilin öğrenilmesi, toplumsal, kültürel çevreyle ilgilidir. Çocuğun toplumsal, yani dilsel çevresi olmadan, dil edinmesi olası görülmemektedir. Başka bir anlatımla, dilsel etkileşim, toplumsal, kültürel bağlamın varlığıyla gerçekleşir ve değer kazanır. Bireylerin birbirleriyle anlaşmalarında, sorunlarının çözümünde, dilin önemi büyüktür. Edebiyatta, şiirde, sanatta, tiyatroda halk kitlelerine ulaşacak, yani halkın anlayacağı dilden eserler vermek, hem halkın bilinçlenmesi, hem de eserlerin uzun süre anlaşılırlılığını koruması açısından önemlidir. Geçmişten bu güne intikal eden sözlü ve yazılı kültür ürünlerinin, bu güne kadar varlığını sürdürmelerindeki en büyük etken; anlaşılır, sade ve halkın genelinin anlayabileceği bir dille yazılmış, söylenmiş olmalarıdır.
Cumhuriyet dönemi, toplumsal kurumlarda modernleşmenin, yoğun yaşandığı bir dönemdir. Dil de uluslaşmanın temel öğelerinden biri olarak, bu süreçteki yerini aldı. Özellikle Atatürk, dil ve kültürü, çağdaşlaşma ve batılılaşma yolundaki bütün atılımların gerçek zemini olarak görmüştür. Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan, dilde yenileşme ve bu yeni dille eğitim çabaları, Atatürk’ün söz konusu duyarlılığı çevresinde gelişmiştir. Atatürk için dil, bir kimliktir. Dilin örselenmesi, yozlaşması ve ihmali, ulusal kimliği etkileyecek derecede önemlidir. Atatürk’ün, Cumhuriyet dönemine damgasını vuran dil felsefesini şu sözlerle özetlemek mümkündür: “Özgürlüğünü, bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.
Karaman oğlu Mehmet Bey, yayınladığı fermanla: “Bugünden sonra divanda, dergâhta, mecliste, meydanda Türkçe’den başka dil kullanılmayacaktır” demesinde, Türk kültürünün korunması ve gelecek nesillere aktarımında ve de ulus olma bilincinin sağlanmasında, dilin önemini vurgulamak yatmaktadır. Bunalımlı bir dönemden kurtularak, ulusun yeniden toparlanması ve kendine gelmesinde Atatürk’ün yaptığı devrimler içinde harf devriminin bulunması, ulusal dil ile düşünce arasındaki kopmaz bağın somut kanıtıdır.
Dil, insan topluluklarının anlaşmalarında, sorunlarını çözmelerinde en önemli iletişim araçlarından biridir. Bu bağlamda, konuşulan ve yazılan dilin, herkes tarafından anlaşılması çok önemlidir.
En sıradan bir haberi dinlerken, en sıradan bir yazıyı, gazeteyi vb. okurken, insanların elinde sözlük bulundurma zorunluluğunu hisseder hale gelmesi, önemli çağrışımları da beraberinde getirmektedir. Öyle ki, insanlar kimi zaman kendilerinin çok bildiğini kanıtlamak, yetersizliklerini örtmek, kimi zaman kasıtlı olarak dilde kirlenmeye yol açmak, kimi zaman da farkında olmadan insanların anlayamayacağı, ne olduğu belli olmayan çok değişik cümleler ya da sözcükler kullanabilmektedir. Özellikle, bu tür tavırların eğitim ve öğretim etkinliklerinde sergilenmesi, çok olumsuz etki yapmaktadır. Zaten bilmediği bir şeyleri öğrenmeye çalışan birey, üstüne bir de bilmediği sözcüklerle ya da anlaşılmayan cümlelerle karşılaşınca, öğretilenlere tamamen yabancı kalmaktadır.
Doktorun, hastasına, hastalığını anlatırken kullandığı dil, siyasetçinin seçmenini bilinçlendirirken kullandığı dil, bilim adamının-aydının insanları aydınlatırken kullandığı dil ve de eğitimcinin, kitlesini eğitirken kullandığı dil, kitlelere yabancı olursa, ortaya konan çabalar boşa gitmekte, konuşanla dinleyenin birbirine yabancılaşması ortaya çıkmaktadır. Böyle olunca da halkın kendini yetiştirmesi ve geliştirmesi gerçekleşememektedir. İşte bütün bu nedenler, toplumun çağı yakalamasında olumsuz etkenler olabilmektedir. Hem sağlıklı bir iletişim için, hem de Atatürk’ün üzerine titrediği ve kültürel bağımsızlığı da içine alan tam bağımsızlık için dil, en temel öğe olma özelliğine sahiptir. Hiç kuşkusuz, ulusal bir eğitim için ulusal bir dil gereklidir.
Bu konunun önemini anlayanlardan biri olarak Atatürk, yapığı devrimlerle Cumhuriyet’ in ilk yıllarında, dilde yeniliğin öncüsü olmuştur. Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin, Türk Dil Kurumu’nun kurulmasını istemesi, bireylerin daha sağlıklı iletişim kurabilmesi ve toplumsal gelişmeleri daha iyi izleyebilmeleri için, herkesin anlayabileceği ortak bir dil oluşturmaya çaba göstermiştir. Bu çabaların temelinde, dilin toplumsallaşmada ve de ulus olmadaki önemini çok iyi kavraması yatmaktadır.
Sonuç olarak, düşüncelerin açığa çıkarılabilmesinin en yetkin aracı olan dil ve onu biçimlendiren toplum, birbirine kopmaz bağlarla bağlıdır. Dil, düşüncenin evidir. Uluslar, dil ve eğitim sayesinde kültürlerini, edebiyatlarını, tarih ve sanatlarını ortaya çıkarabilmekte ve yeni nesillere aktarabilmektedirler. Bu yönüyle dil, birey ve toplum yaşamında, sadece bir iletişim aracı değil; bireyleri toplumuna, toplumları ulusuna bağlayan ve onlara insan olma özelliği kazandıran çok etkin bir iletişim aracıdır. |
|
 |
|